27 Ocak 2010 Çarşamba

O Gün Bugündür Nötrümdür

3. veya 4. sınıfa gidiyordum sanırım. 5 bile olabilir, bilemiyorum. Şubat tatili sonrası, okuldaki ilk günümdü. Hayatında heyecan arayan Sevinç Hocam (kendisine aramızda kısaca "orospu" diyoruz) tatilimizin nasıl geçtiğine dair bir kompozisyon istemişti. Beni bilen bilir sevgili dostlarım, ben gönül insanıyım, zorlama işlere gelemem. Sonunda "... bol bol kitap okudum, bol bol eğlendim :)))))" gibi cümlelerle bitirdim kompozisyonum. "Bol" kelimesini ikileme şeklinde, ilk defa bir ölçü birimi olarak görmüştüm o zaman.
Tahtaya tezcanlı sınıf arkadaşlarım çıktı. Hepsi de ne güzel yazıyordu o, kafasını gözünü yardığımın kompozisyonu. Sırf bunu yapmak için imal edilmiş gibiydiler. Tahtaya yaklaşık 10 tane öğrenci çıkmıştı ve hepsi de aynı yere gitmişti. Bir tek ben gitmemiştim o yere anlaşılan. "Sömeztır" diye bir yerden bahsediyorlardı. Kendileri anlattıkça içimde merak tufanı git gitde büyüyor, doludizgin atlılar gibi o küçücük yüreğimde çırpınıyordu. "Neverland gibi bir yer olsa gerek..." diye geçirdim içimden. Ancak herkesin gidip de beni çağırmaması gerçekten o minik kalbimi kırmıştı sevgili dostlarım. Küçük hüzüntüm iyicene alevlenmiş, "ulan bi insan beni de çağırır be allahsızlar!" boyutuna gelmişti ateşim. Neden çağırmadınız lan beni oraya? Ben de iyi, sevimli bir çocuktum. Ön cebimde her zaman katlanmış selpak taşırdım. Bir beni mi hakir gördüğünüz o Sömeztır'a!
O gün bugündür, "sömestr" kelimesine nötrümdür. 15 günlük bir zaman dilimine neden böyle afilli bir isim konur ki allaææşkına? Neden yani?
Bir keresinde de İznik'e gitmiştik. Sevinç Hocam (also knows as "orospu") "Meşrubat içecek olanlar kafeteryaya gitsin!" diye uyarmıştı bizi. Adını duyduğum ilk an içimde bir şeyler kanat çırpmaya başlamıştı. Ne de güzel ismi vardı nazlı yarimin... Sevdiceğime ulaşmak için anneanneme "Ananeeeğğ ananeeğğ bana mejrubad al noooluuuğr" diye kalbimden konuştum. Gözümde yaşlar birikmişti heyecandan. Çantasından bir aroma şeftali çıkartıp bana uzattı. Pipetini ise ağzıyla tek bir çekişte koparmayı ihmal etmedi. Adeta yıkılmıştım sevgili dostlarım...
O gün bugündür meşrubata da nötrümdür.

25 Ocak 2010 Pazartesi

Böyle Bir Dünya İstiyorum



NEDEN?

Çaya Ağak Uydurmak


Nako, Microsoft'a özel bir koleksiyon çıkarmış. Neden yapmış biz de anlamadık.

23 Ocak 2010 Cumartesi

"Bir kişi, doğumevi"


Geçen sene, bu vakitlerde, servisi bırakmıştım. Her gün kapımdam alıp, kapıma bırakan bu çok güzel taşıt aracını neden bıraktım, benim de aklım almıyor sevgili dostlarım. Servisin yerine otobüse geçmiş idim. Tabii bu geçişte sevgili dostum Başakovski'nin (-hayır bu benim alter egom değil, gayet farklı insan. Ama aynı ismi paylaşıyoruz. Öyle.) yadsınamaz bir etkisi var.
Bazen çok kar yağar, çok yağmur yağar ya da erkenden okula gitmek istemezdik. Onun yerine kestane şekeri, şeftali, iskender, camiiler ve Uludağ'dan başka bi' numarası olmayan kentimiz Bursa'nın merkezindeki sigara müptelası, bozuğu olmayan, radyoda maç dinleyen ve sürekli "gapıları yavaş gapatın" demekten başka numarası olmayan kişilerin bulunduğu yerden dolmuşlara binerdik. Böylece okul yolumuz azalır ve de daha kısa sürede giderdik. Bu yüzden de geç çıkardık.

Bir gün yine sevgili bir dostumla dolmuşa binmiş idik. Unutmayın ki, Bursa'da hiçbir zaman hiçbir dolmuşçu sizi istediğiniz yerde bırakmaz! "bn brda inym..." diye bit osuruğu gibi serzenişte bulunursunuz ama dolmuşçu "Tamam kardeşim, ben seni bırakıcam müsait bi' yerde!" der. O aslan kükreyişin yanında ne yapabilirsiniz sevgili dostlarım? O bindiğimiz dolmuş da demin anlattığım dolmuşçu yaşam formunu barındırıyor idi. "Bir kişi, doğumevi" dedim, gereken meblağı uzattım. Hem personel sayısını hem de koordinatları vermiş, yoluma bakıyordum. İçim rahattı. Ancak sevgili dostlarım, ne yaparsınız yapın, asla ama ASLA İNEMEZSİNİZ doğumevi hastanesinde. Sanırım dolmuşçular böyle bir karar almışlar. Demişler ki "Eğer bir gün arabamıza bu totoş Başak ve arkadaşları binerse, onları asla tarif ettiği yerde indirmeyelim!". Herhalde böyle bi' olay dönüyor, yoksa başka bir açıklaması yok.
Dediğim gibi, yoluma bakıyordum. Arada soğuktan burnum akıyordu ve ellerim çok üşüyordu. Yanımda oturan teyzenin bacakları ise gerçekten çok büyüktü. Ben hayatımda öyle bir bacak görmemiştim. Baldırıyla, diziyle, bileğiyle devasa bir bacaktı. Bir anda canlanıp, dolmuşun ağzına sıçabilirdi. Öyle bir bacaktı. Teyzeden gözümü alıp, onun yanına sığışmış sevgili dostuma baktım. Gözlerindeki umutsuzluğu okuyabiliyordum. "Başaracağız yoldaş!" dedim "Başaracağız!". Duygularımı dizginleyemiyordum. Bu yoğun hislerden -ve biraz da soğuktan- gözlerim yaşarmıştı, gözyaşlarım bir bütün halinde gözümde oluşuyor, sonra da farklı kulvarlara dağılıp aşağı akıyordu. İçimden "Daha hızlı arabacı! Daha hızlı!" diye haykırdım. Evet sevgili dostlarım, inanıyordum. Başaracaktık...

Lakin bir anda, hiçbir uyarı olmaksızın, dolmuşçu hastane yönüne giden yoldan saparak, dolmuş durağına doğru gitmeye başladı. İçimde doludizgin at koşturan o yoğun duygular birden yok oldu. Soğuk terler kıç çatalıma doğru ilerleyeme başlamıştı. "Ağbi," dedim "bizi hastaaanede bırakıcaktın." Dikiz aynasından bana baktı. Ne zaman dikiz aynasından bana sinirle bakan bir insan görsem, elim ayağım boşalır, kendimi kaybederim. Bana öylece baktı. "Gidiyoruz ya!" diye homurdandı. Ne zaman indi tam hatırlamıyorum ama (benim tarafımdan değil, arkadaşımın olduğu taraftan inmişti) teyze de yoktu. O koca dolmuşta bir ben, bir de korkusu gözlerinden okunan sevgili dostumla kalakalmıştık.
Adam ışıkların orada durdu. Her an ışıklar yanıp, arabalar potansiyel güçten kurtulup hızla bizi ezip, geçebilirdi. "İnsenize!" dedi o ses. İçimdeki o doludizgin atlar yine dıgıdıklanmaya başlamıştı. "O kadar para veriyoruz, adam bizi istediğimiz yerde indirmiyo yeaææ!" diye ağzımı yaya yaya mırıldandım. Adam beni duymuş olmalıydı. Şu an aklıma gelmeyen ama o an için aklımı başımdan alan birtakım sözler sarf etti. Kafasını camdan çıkartarak bağırıyordu. Bunun yeterli olamayacağını düşünüp, kapıyı açtı ve sol ayağını dışarı çıkardı. Resmen aklım çıkmıştı ama soğukkanlılığımı muhafaza etmeye çalışıyordum. "Eğer çok pis bir dayak gelecekse iki kişi yiyelim de kişi başına gelecek olan yumruk sayısı azalsın, hem de kuvvet dağılıp, zayıflar" diye düşündüm, arkadaşıma baktım. Ancak kendisi "Benim bunlan alakam yok" dercesine hızlı hızlı karşıya geçmeye çalışıyordu. Kendisini yakaladım. "Nereye gittin lan!" dedim "Adam bağırınıyo hala polis çağırıp yakalaççam" dedim. "Yakalaççam" kelimesindeki tırtlık o anki kolpadan cesaretimi betimlemeye yetiyor sanırım. Arkadaşım gayet açıksözlü bir biçimde "Levyeyle pekmezimizi dağıtırdı hacı, uğraşma" dedi. Okula kadar kendisinin cesaretsizliğine veryansın ettim, hak-emek-işçi üçgenine ters birtakım varsayımlarda bulundum. Elbette dolmuşçunun aile fertlerine sözlü tacizde bulunmayı da ihmal ettim.
O günden sonra 1 ay kadar dolmuşa binemedim, sevgili dostlarım. Pekmezim benim için değerlidir ve herhangi bir metal eşyanın onu dağıtıp, oraya buraya akıtmasını da istemem.

Bu arada aklıma geldi de sevgili dostlarım, ürkek bir ceylan gibi koşuyordum o esnada ben. Sekerek karşıya geçiyordum, dolmuşçudan olabildiğince uzaklaşmaya çalışıyordum. Güzel dedelerim boşu boşuna seçmemişler bu güzel soyismi. Bir anlamı varmış demek.

Ayrıca ben blogun ismini "Böyle Sevgili Dostlarım da Var" yapsaymışım keşke. Ne çok dedim öyle.

22 Ocak 2010 Cuma

Burun Üzerinden The Beatles Anatomisi


Yakında dudak ve göze de girişicez. Aa dur lan hatta ben göze başlayayım. Kaş kombineyşını var bi de. Evet evet! Sebebi de işte bu adam! Aha skrinşatın altındaki! Evet evet o! Neeee! Aaaa! Yanlış duymadınız! *çot*
Ufaktan The Beatles'a Giriş 101 dersleri veriyodum, bi' baktım kendisi dikey geçiş yapmış The Beatles'ın ta içine. Küçük çekirge azimlen ilerliyor.
Unutma çekirge Andaç! Bilge bir adam "başarısızlık diye bir seçenek yoktur!" demiş. Ben baktım. Varmış.

(Zen Üstadı)

Nostalci Köşesi



En sevdiğim kısım "I have blisters on my fingers!". Helter Skelter diye şarkısı vardır bu canoların, bildin mi? Ringo Starr davulu coşturup, yorulur sonra da yakınır "I'VE GOT BLISTERS ON MY FINGERS!11!!!!1" diye. He işte. Şakayı açıklayan adam kadar kötü bir durumda olan insan yoktur zannımca.

Eek! The Cat'in bi' bölümünde de kediciğimiz ahtapotu bi' yere ulaştırmaya çalışıyodu, hatırlayamadım tam. İşte sonra onlar trene biniyolar, trende The Beatles var işte. A Hard Day's Night olayları dönüyo orda. Güzeldi yani. 5 yıl kadar önce görmüştüm ilk televizyonda, geçen de yutub'da buldum. Mutlu oldum.

not: Bölümün adı "Octopussy Cat" idi.

21 Ocak 2010 Perşembe

Ergen Kızları Şöyle Alalım



O bebeğin yerinde ben olsam var yaa... Orda yatan öyle... O bebeen yerinde... Bi' ben olsam orada bak ben... Of ulan... İşte o zaman... İhihihihihi... Var yaaa... Tüh ulan... Bi' olsam....

MARY McCARTNEY OLMUŞ OLURDUM!
ehahaehahehaheha... ehah!




Günlük Paul McCartney ihtiyacınızı karşıladım. Hadi gidin bunları enjekte edin şimdi. Benim beyin eridi, yarın görüşürüz.

13 Saat Sonra Karne Alacağım


KORKMUYOR DEĞİLİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİ
İİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİ
İİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİ
İİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİ
İİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİ
İİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİ
İİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİ
İİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİ
İİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİM.

İspanyolca Bu İşe Yarar



Amigo?

20 Ocak 2010 Çarşamba

Fixing a Hela

Çiş sonrası rehavet içindeki McCartney

The Beatles'ın 1967 yılında çıkardığı, döneminin en pahalı albümü, tüm zamanların en iyi albümü Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band'de bulunan bu Lennon/McCartney şarkısının -aslen McCartney- eroin enjekte edilen delikten bahsettiği söylenilir yıllardır.
Ancak bir Türk olarak düşünmeden edemiyorum...

Ya alaturka tuvaletten bahsediyorsa bu şarkı?

Ne malum McCartney'in vakti zamanında bir alaturka tuvalete girmediği?

Şöyle bir varsayımda bulunayım; McCartney, daha Hippi kültürü tam oturmamışken bile Türkiye üzerinden uzak doğu seyahatine çıkan bir dostunun evine gider. Ancak sabah içtiği sütlü çayın ve sigarasının bağırsaklara baskısı yüzünden "mmmf lavabo nerde acaba smmmff" diye yakınır dostuna. O da "şöyle buyur" der, yolu gösterir. Ancak McCartney o beybi poposunu koyacak klozet ararken, sonsuzluğa açılan bir delik görür. "Amanin" der içeri kaçar. "Oi! mate, nedir bu?" diye sorar o dostuna. O dost da bu tür tuvaleti İstanbul'da gördüğünü ve eksantrik olduğunu düşündüğünden buraya uyguladığını açıklar. McCartney'ye kullanım talimatlarını verir. McCartney kendisine sadece küçük hacetini gidereceğini söyler ve içeri girer. Bir süre talimatları kafasında ölçer, tartar ve işe koyulur. "Yaa şimdi ben bunu yapıyorum ama nereye gidiyo ki bunlar, ne kadar derin orası?" diye düşünmeden edememektedir. Ancak kısa süre sonra, hem düşünüp hem de deliği tutturmanın zor olacağını idrak edip sessiz sessiz işini görür.

Çıkışta dostuyla vedalaşan McCartney hemen stüdyoya girer ve grup arkadaşlarına "ulan çok güzel bir şarkı yaptım ben sanırım, hele bir kulak verin" der....

"I'm fixing a hole where the rain gets in
and stops my mind from wandering
where it will go"

isteyene dinletisi var: http://fizy.com/s/191b8t

"Au" Formüllü Elementin Dünya Tarihine Etkisi


Toprağın katmanlarında oluşan, pek fazla numarası olmayan, sarı bir element neden bu kadar değerli, sevgili dostlarım? Ha? Neden?
Bunu ilk bulan insanı gerçekten çok merak ediyorum. Parıldayan bir şey bulmuş, muhtemelen nehrin alt tabakalarında bir yerde, demiş "Aaa negzel bir şeymiş bu. Gideyim de kıçımdan uydurduğum tanrılarıma sunayım bunu ben." Yoksa "Hımmm sanırsam en iletken madeni buldum. Hemi de paslanmıyor. Gideyim de simyacılara haber salayım" mı deseymiş? Muhtemelen ilkini demiştir kerizim. Sonra da yağı bol bulan Arap dostlarımız gibi, abanmış da abanmış altına bu deli gönül. Gitmiş, tapınağı boydan boya bunla kaplamış, tası çömleği bu sarı elementten imal etmiş, bunun gibi birtakım gereksiz olaylarda kullanmış. Peki ya neden? Neden sevgili dostlarım?
Tabii ki bu keriz dostlarımız altına abanınca, Avrupalı dostlarım da altta kalmak istememişler. "Madem pusulayı geliştirdik, geminin orasını burasını geliştirdik, neden Güney Amerika'ya gidip yerli halkın annelerinin elinden öpmüyoruz?" demişler. İspanyolu, Portekizlisi dünden hazırmış gibi hızla demir almışlar. "Demir aldık da neden yola koyulmuyoruz?" demişler, gitmişler. Ya ne olacağıdı gerçi, değil mi sevgili dostlarım?
Peki ya o yerli halkın atlı süvarileri göründe akıllarının çıkmasına ne demeli? Sen o kadar medeniyet kur, takvimini yap, matematiğini geliştir, bir atı görüp elin ayağın boşalsın. Affedersiniz de malmış lan onlar. Ne diye şimdi biz "Vah 2012 vah dünyanın sonu" diye yırtınıyoruz? At o olm! Binersin üstüne, gidersin. En fazla teper seni.

SONUÇ OLARAK
Milletin tanrısına sunduğu elementi, şimdi düğünlerde kaynımıza takıyoruz.

16 Ocak 2010 Cumartesi

Meğersem

Benden başka insanların yeryüzünde hâlâ nefes alıp vermesi, çeşitli şeyleri yemeleri, dışkılamaları çok saçma.
Senin gibi milyarlarca insan var aslında. Onların da aileleri var. Yani, en azından doğurganlık özelliği taşıyan bir insandan çıkmışlar, hiçbir şey olmamış gibi duruyorlar orada burada. Çok saçma değil mi ama. Çok fazla geliyo bi an düşününce.

benim omurilik sıvım aktı sanırım...

Fırt


Uykuya dalmadan önce çok fazla düşünürüm. Hayatım boyunca yaşadığım ilginçlik olayı, caddenin başındaki dişçime gitmek yerine bütün bir caddeyi dolaşıp gelmek olduğu için pek de fazla şey hakkında düşünmem. Kafam biraz az çalıştığı için tek bir şey hakkında, çok uzun zaman düşünürüm. Düşünürken aklıma sigara geldi. Sadece süngerine ağzım değdi şu ana dek. Yeşilay gibi bir insan değilim sevgili dostlarım, işin nikotini değil beni engelleyen. İçmememin sebebi gerek duymamam. Bir gün belki çok üzülürsem, "gideyim de içine tütün bitkisi konulan kağıt rulosunu yakıp inhale edeyim" demem. Şimdi gidip de içinde tütün bulunan rulo kağıda çok fazla anlam yükleyip, üzerinden fakir edebiyatı yapmayacağım. "Yuh yüzeysel insan! Bu sadece maddi bir kavram değil, spiritüel bir aktivitedir!" diye ileri geri konuşursanız ağzınızı burnunuzu kırarım. Neresi spiritüel lan bunun! İçkinin beden üzerine yaptığı etkiyi anlarım. Alkol kana karışır, birtakım olaylar döner beyinde, şuuru kaybeder, "öpüjem" olursunuz. Metanolu kafaya dikince de anneler gününüz kutlu olur. Öyle de bir şey. Hadi, bunun etkisi var. Nikotinin de vardır muhakkak ama sigara edebiyatı çok pis bi' şey. Şimdi bunu Serge Gainsbourg da içiyor, lisenin tuvaletinde "snııff hmppph mnskym hmmf" diye diye Muhittin falan da içiyor. Yemişim böyle maneviyatı. Kızılderililerin "barış çubuğu" dediği varlığa burada neden "şşt lan mazot var mı sende?" diyoruz biz?
LÜTFEN. AMA LÜTFEN.
...sonra da "mutluluk çubuğu" ile "barış çubuğu"nu karıştırıp, orada burada söyledikten sonra dayak yemeyin.

8 Ocak 2010 Cuma

Ringo vs Ringo (Z Kuralı)

Fazla Uzun Sürmez




Ringo Starr gibi adamın neresi hüzünlü olur ki?

OLUR TABİ.

Adam yapmış 40 yıl önce. Bir şarkı kavırlamış. Piii... Ne şarkı ama haa.

Şimdi bu amcanın söyledikleri hoppidi moppidili şarkılardır hep. Sesi de pek güzel değildir. Lakin boğaz yırttıran Rakınrol parçalarını ve Kantri-Bluğz olayını iyi yapar. Ama duygusala girdi mi de bilek kestirtir. Şakalanşaka. Kestirmez belki ama bi' küçük açtırır belki nebliyim ben. Babanın en güzel albümü de kanımca bu albümüdür. "Beaucoups of Blues"


Bir çocuk var.
Kentaki'de içeri almışlar.
Babasına demiş, "gel öde benim kefaleti".
Ama babası hırslı.
Politikayla uğraşıyor.
Baba gitmiyor.
"Cehennemin dibine kadar yolun var!"
diyor.

O sabah,

Çocuk kendini asıyor.
Üzerindeki notta,
"Baba, lütfen beni eve götür."
yazıyor.


"Love Don't Last Long"


36.'ya dinliyorum şu anda. Yani bu akşam tam 32 kere dinledim. Lastefem bi' tek "neyi ne kadar dinledim" bokuna yarıyor artık. 37 oldu.

1 Ocak 2010 Cuma

2010'a Girmişiz

Niye söylemediniz bana lan.