23 Ocak 2010 Cumartesi

"Bir kişi, doğumevi"


Geçen sene, bu vakitlerde, servisi bırakmıştım. Her gün kapımdam alıp, kapıma bırakan bu çok güzel taşıt aracını neden bıraktım, benim de aklım almıyor sevgili dostlarım. Servisin yerine otobüse geçmiş idim. Tabii bu geçişte sevgili dostum Başakovski'nin (-hayır bu benim alter egom değil, gayet farklı insan. Ama aynı ismi paylaşıyoruz. Öyle.) yadsınamaz bir etkisi var.
Bazen çok kar yağar, çok yağmur yağar ya da erkenden okula gitmek istemezdik. Onun yerine kestane şekeri, şeftali, iskender, camiiler ve Uludağ'dan başka bi' numarası olmayan kentimiz Bursa'nın merkezindeki sigara müptelası, bozuğu olmayan, radyoda maç dinleyen ve sürekli "gapıları yavaş gapatın" demekten başka numarası olmayan kişilerin bulunduğu yerden dolmuşlara binerdik. Böylece okul yolumuz azalır ve de daha kısa sürede giderdik. Bu yüzden de geç çıkardık.

Bir gün yine sevgili bir dostumla dolmuşa binmiş idik. Unutmayın ki, Bursa'da hiçbir zaman hiçbir dolmuşçu sizi istediğiniz yerde bırakmaz! "bn brda inym..." diye bit osuruğu gibi serzenişte bulunursunuz ama dolmuşçu "Tamam kardeşim, ben seni bırakıcam müsait bi' yerde!" der. O aslan kükreyişin yanında ne yapabilirsiniz sevgili dostlarım? O bindiğimiz dolmuş da demin anlattığım dolmuşçu yaşam formunu barındırıyor idi. "Bir kişi, doğumevi" dedim, gereken meblağı uzattım. Hem personel sayısını hem de koordinatları vermiş, yoluma bakıyordum. İçim rahattı. Ancak sevgili dostlarım, ne yaparsınız yapın, asla ama ASLA İNEMEZSİNİZ doğumevi hastanesinde. Sanırım dolmuşçular böyle bir karar almışlar. Demişler ki "Eğer bir gün arabamıza bu totoş Başak ve arkadaşları binerse, onları asla tarif ettiği yerde indirmeyelim!". Herhalde böyle bi' olay dönüyor, yoksa başka bir açıklaması yok.
Dediğim gibi, yoluma bakıyordum. Arada soğuktan burnum akıyordu ve ellerim çok üşüyordu. Yanımda oturan teyzenin bacakları ise gerçekten çok büyüktü. Ben hayatımda öyle bir bacak görmemiştim. Baldırıyla, diziyle, bileğiyle devasa bir bacaktı. Bir anda canlanıp, dolmuşun ağzına sıçabilirdi. Öyle bir bacaktı. Teyzeden gözümü alıp, onun yanına sığışmış sevgili dostuma baktım. Gözlerindeki umutsuzluğu okuyabiliyordum. "Başaracağız yoldaş!" dedim "Başaracağız!". Duygularımı dizginleyemiyordum. Bu yoğun hislerden -ve biraz da soğuktan- gözlerim yaşarmıştı, gözyaşlarım bir bütün halinde gözümde oluşuyor, sonra da farklı kulvarlara dağılıp aşağı akıyordu. İçimden "Daha hızlı arabacı! Daha hızlı!" diye haykırdım. Evet sevgili dostlarım, inanıyordum. Başaracaktık...

Lakin bir anda, hiçbir uyarı olmaksızın, dolmuşçu hastane yönüne giden yoldan saparak, dolmuş durağına doğru gitmeye başladı. İçimde doludizgin at koşturan o yoğun duygular birden yok oldu. Soğuk terler kıç çatalıma doğru ilerleyeme başlamıştı. "Ağbi," dedim "bizi hastaaanede bırakıcaktın." Dikiz aynasından bana baktı. Ne zaman dikiz aynasından bana sinirle bakan bir insan görsem, elim ayağım boşalır, kendimi kaybederim. Bana öylece baktı. "Gidiyoruz ya!" diye homurdandı. Ne zaman indi tam hatırlamıyorum ama (benim tarafımdan değil, arkadaşımın olduğu taraftan inmişti) teyze de yoktu. O koca dolmuşta bir ben, bir de korkusu gözlerinden okunan sevgili dostumla kalakalmıştık.
Adam ışıkların orada durdu. Her an ışıklar yanıp, arabalar potansiyel güçten kurtulup hızla bizi ezip, geçebilirdi. "İnsenize!" dedi o ses. İçimdeki o doludizgin atlar yine dıgıdıklanmaya başlamıştı. "O kadar para veriyoruz, adam bizi istediğimiz yerde indirmiyo yeaææ!" diye ağzımı yaya yaya mırıldandım. Adam beni duymuş olmalıydı. Şu an aklıma gelmeyen ama o an için aklımı başımdan alan birtakım sözler sarf etti. Kafasını camdan çıkartarak bağırıyordu. Bunun yeterli olamayacağını düşünüp, kapıyı açtı ve sol ayağını dışarı çıkardı. Resmen aklım çıkmıştı ama soğukkanlılığımı muhafaza etmeye çalışıyordum. "Eğer çok pis bir dayak gelecekse iki kişi yiyelim de kişi başına gelecek olan yumruk sayısı azalsın, hem de kuvvet dağılıp, zayıflar" diye düşündüm, arkadaşıma baktım. Ancak kendisi "Benim bunlan alakam yok" dercesine hızlı hızlı karşıya geçmeye çalışıyordu. Kendisini yakaladım. "Nereye gittin lan!" dedim "Adam bağırınıyo hala polis çağırıp yakalaççam" dedim. "Yakalaççam" kelimesindeki tırtlık o anki kolpadan cesaretimi betimlemeye yetiyor sanırım. Arkadaşım gayet açıksözlü bir biçimde "Levyeyle pekmezimizi dağıtırdı hacı, uğraşma" dedi. Okula kadar kendisinin cesaretsizliğine veryansın ettim, hak-emek-işçi üçgenine ters birtakım varsayımlarda bulundum. Elbette dolmuşçunun aile fertlerine sözlü tacizde bulunmayı da ihmal ettim.
O günden sonra 1 ay kadar dolmuşa binemedim, sevgili dostlarım. Pekmezim benim için değerlidir ve herhangi bir metal eşyanın onu dağıtıp, oraya buraya akıtmasını da istemem.

Bu arada aklıma geldi de sevgili dostlarım, ürkek bir ceylan gibi koşuyordum o esnada ben. Sekerek karşıya geçiyordum, dolmuşçudan olabildiğince uzaklaşmaya çalışıyordum. Güzel dedelerim boşu boşuna seçmemişler bu güzel soyismi. Bir anlamı varmış demek.

Ayrıca ben blogun ismini "Böyle Sevgili Dostlarım da Var" yapsaymışım keşke. Ne çok dedim öyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder